“İMPARATOR” MANTIĞI : “OYUN İÇİNDE OYUN”
Çoğumuzun, birçok kez, gerçek içeriği
üzerinden düşünmeden, klişeleşmiş olarak kullandığımız “terör”ün olduğu ülkelerde iç savaşımının en
yıkıcı sürdüğü bölgemizde bu odak merkezlerinden biri olduğu kuşkusuzdur.
Özellikle de Küresel güçlerin aktörleri bu düşünceyi üretenler ise son derecede
bilinçli olarak, bu savaşın içinden çıkmaz bir karmakarışıklığa soktuğu
Ortadoğu denkleminde Global terörü yani aktörleri kimin tarafından
yetiştirildiği! Kimin tarafından otlattırıldığını! Kim beslediğini, kim
silahlandırdığını? Yanıtlayacak olursam
Petrol devletleri ve arkasındaki küresel güçlerdir.
Tarihi kurcaladığımızda ARAMKO, CİA gibi
söz konusu kuruluşlar, bu unsurları
Afganistan’da, Suudi Arabistan’da
örgütlediğini bilinmektedir. SSCB, karşı savaştırıldı. Daha sonra
Pakistan ve Mısır’a yerleştirildi. Amerikan emperyalizmi Irak’ı istila ederken
insanlık tarihinde görülmemiş bir dram bir vahşet yaşandı. Anımsanacağı üzere
daha önce bu örgütü oluşturan bu omurga,
Irak’ta ABD ve tayfasına karşı cihat açtı ve daha müteakibinde Suriye iç savaşında El
NÜSRA cephesiyle ile Özgür Suriye ordusu
iç savaşta desteklendi. Böylece Küreselleşme Dünya’yı daha kötüye götürdüler.
Bugün Suriye’de iç savaşta seksen ülkeden
gelen bu unsurlar,(Cezayir’den iki bin Tunus, Libya’dan yaklaşık beş bin
militan) Sözde din ve mezhep adı
altında Suriye’de savaştırılmaktadır.
Bugün; Suriye’de ve Irak’ta Sincar (Sinear) dağında insanlık dramı
yaşamaktadır. Kardeş kardeşi öldürmektedir.
Yezidiler, İnançlarından ötürü tarih boyunca
mengene gibi değişik etnisite tarafından baskı ve zülüm içinde yaşamlarını
sürdürdü.. Zor dönemden geçiyoruz. Acil olarak bölge halklarının can güvenliği
sağlanmalıdır.
Anımsanacağı üzere birçok radikal İslam-i
grubun eylemlerini meşrulaştırmak için dayandıkları, Mardin Fetvası olarak da
bilinen 700 yıllık cihat fetvası, “Barış Diyarı Mardin” konferansında 28 Mart
2010 tarihinde yorumlandı. Ahmet Malik’in ifadesine göre; “İslam masum
insanları öldürmeyi emretmiyor. Müslümanları, Müslüman olmayan yönetimlerle
savaşmaya çağıran Mardin Fetvası’nı bugünün koşullarında yeniden
yorumlanıyor…..
Moğollara karşı cihat, Moğol istilası
altındaki Mardinlilerin isteği üzerine, İslam Dünyasının önde gelen
alimlerinden İbn-i Teymiyye 1300’lü yılların başında verdiği fetvayla
Müslümanları, Müslüman olmayan yönetimlerle savaşmaya çağırdı. Cihat Fetvası
zaman içinde farklı şekillerde yorumlanarak bugün cihat açan bir numaralı
argümanları arasına yerini aldı. Fetvanın verildiği dönemde, Moğollar insanları
öldürüyor, mal mülke zarar veriyorlardı. İbn-i
Teymiyye’nin fetva vermesinin tek sebebi
Moğolları kovmaktı.”
Asıl amaca gelelim: Dünyada olup
bitenleri, yani savaşları ikiye ayırtabiliriz. 1- Haklı savaşlar 2- Haksız
savaşları. Haksız savaşları anti emperyalist ve her demokrat olan kimse
tarafından desteklememesi gerekir. Haklı savaşları da her insan, her demokrat
ve her Devrimci tarafından desteklenmelidir, bunun da yöntemi, zamanı ve tarihin
seyrine göre desteklenmelidir ve ilkin Barışı masa başında aranmalıdır, çünkü
sonuç itibariyle bir şeyin çözümünde yani barışı yine de masa başında
çözümlenir. Her “ Mücadeleye daima
sonuna kadar elverişli şartlar altında girilebilseydi, Dünya tarihini
istediğimiz gibi yapmak çok kolay olurdu.” (Marx) (Bu alıntı, “elverişli
koşullara dikkat” bu vaazı veren …yöneticilerinin kulaklarını çınlatmalı.)
BEYAZ GİYSİLİ
KARDEŞ YEZİDİLER (EZİDİLER)
Neden beyaz giysili Kardeş Yezidiler başlığı attım, çünkü inançları
doğrultusunda çoğunluğu beyaz kıyafet giyer ve
tarihte hep baskı ve zulüm gördüler…
Bu korkunç, adsız ve
akla uygun düşmeyen olayların faili İŞİD (IDAŞ) radikal İslam-i grubun
eylemlerini Irak ve Suriye bölgesinde meşrulaştırmak bu aklımla zorluk
çekmekteyim. Irak ve Şam İslâm Devleti ya da Irak
İslâm Devleti. İçinde
geliştiği bu savaş koşulları, insanlık tarihinde eşi görülmemiş bu olay onu
kararlaştıranların, emredenin sorumluğunda kalacak; Bu vahşeti Ezidilere, Keldanilere, Asurlara,
Yakubilere, Türkmenlere, Araplara uygulayanlar, tamamlayanların utançları
olacak, arta kalanların ise ebedi takıntıları olacaktır. Irak savaşının yoğun
olarak yaşandığı dönemlerinde Irak’ın Anbar,
Ninova, Diyale, Babil, Kerkük
Selahaddin illerinde çok büyük etkinlik gösterdi. Bakuba’yı başkent ilan etti. Halen devam eden Suriye iç savaşında
Suriye’nin İdlip, Rakka ve Halep bölgelerinde vahşet
ve varlık göstermektedir.
Suriye Yezidilerinden bir kadın tipi Evliya Çelebi’nin tarif
ettiği kadın
Gibi saçlarını uzatan bir Yezidi erkeği
İŞİD (IDAŞ) Irak’ta ve Suriye’de nasıl bu
geniş alanı denetimine aldı? 2003’te Birleşik Devletlerin Irak’a saldırı
savaşının sonucudur. Savaştan sonra, yaşanılan acı deney bu iç savaştır, mezhep
savaşı. Irak’ta seçimden sonra yeni
kabine oluşturmayışı hükümet boşluğundan dış güçlerin sinsi desteğiyle İŞİD
böylece düzenli orduya geçti; Irak ve
Suriye bölgelerinde hükümet boşluğundan yararlandı. İŞİD ilkin Kuzey Suriye’de
Türkiye’nin uzun sınırlarında mevcuttur. Bu tamamıyla insanlığı ve Devletleri
tehdit etmektedir. Bizzat tarihsel gerçeklik, bunun en iyi ve en şaşmaz
kanıtıdır.
GERÇEKLERİ
SÖYLEMEK DAİMA ACIDIR
Bu makaleyi kaleme almamın nedeni Şudur; Facebook’ta
paylaştığım İki resim birbirine zıt bayanların 1932 modern giyim ile 1913’te
İstanbul sahilde kara çarşaflı bayanları paylaşmıştım bunu gören karşı
düşüncede olan kişiler beni İsrail’e gitmemi önerdiler çünkü onların gözünde
çıplaklığı savunduğumu zan edip sözlü tacizde bulundular ve başka bir kişi de
cephede silah taşıyan bayanları gösterdi. Arkadaş şunu söylemek istiyordu; tesettürlü
bayan cephede savaştığını makayajlı kişilerde gönüllerini eğlendirdiklerini ima
etti. Ben de onlara cephede taşıyan halk olduğunu ve çarşaf giymediklerini
beyan ettim ve aşağıdaki makaleyi kaleme alma mecburiyetinde kaldım. Ve daha
sonra bu makalem de diğer makalelerim gibi facebook’tan kaldırıldı.
BU DİNCİLER O MÜSLÜMANLARA
BENZEMİYOR
Tarih 31. 7. 2014
O tarihlerde Halide Edip Adıvar gibi
zihniyetinde olan kadınların eylemleriyle ve yurtsever kadınlarımızın
coşturmasıyla kurtuluş savaşında cepheye silah taşınırdı. Sosyete dediğiniz
ojeli makyajlı kadınlar da, iki yüzlü, dalkavuk Abdülcambaz zihniyetinde olan kişilerin hareminde, hapsetmişlerdi. Modern kıyafeti savunduğumdan dolayı açık giyineni İsrail’e gitmemi ve beni bu
yurttan kovmaktasınız, kim tehdit ediyor? kim kimi kovuyor bu ülkeden ve beni
de yanlış anlıyorsunuz, Ben her türlü giyimi de savunan bir kişiyim. Üstelik o
yıllarda Anadolu köylüsü de çarşaf giymezdi aynı zamanda açık saçık da değildi.
Dini inançlarınız gereği;
geçmiş tarihlerde giyim ile ilgi net yazan veya bilgi var mıdır? Benim sülalem
açık mı giyinirdi, modern giyim açık mıdır? Bir zamanlar Ankara’da
Batıkent-Kızılay istikametinde trende (metroda) iki gencin uygunsuz
oturduklarında onlarla nasıl tartıştığımı ve kavga ettiğimi biliyor musunuz?
Avrupa ülkelerinde açık ve kapalı giyinen kadınlar vardır. Devrimcilerin giyim
tarzına gelince; Filistinli Leyla Halid
gibidir Ama Netekim Paşaya ne yapayım ki, Amerikanın talimatıyla yaptığı darbeden
sonra darbe üstümüzden bir silindir gibi geçti. Ve meydan size kaldı. Türk
İslam sentezi adı altında borazanınız ötmeye başladı. Bayanları ambalajlanma ve
kapanma hakkında bilgi almak isterseniz Mezopotamya bölgesinde yapılan Arkeoloji kazılarında çıkan M.Ö. 3000 yıllarında çivi tablet yazılardan
tercüme edilen kitaplarda yazılıdır ve İslamiyet ile ilgili örtme,
Müslümanların Medine’ye/ Yesrib
tehcirinde neden örtünmesi gerektiği ilgili kitap okunmasını öneririm, Kuran’da
en büyük günah ve lanet yalan söyleyen kişiyedir. Sakın beni yanlış
anlamayın bunu şahsınıza söylemiyorum.
Sanki insanlarımız dört dörtlük, sanki her şeyi harfiyen yapmaktayız.
O fotoğrafı beğenmem paylaşmam nedeni
şudur; yakında Irak ve Suriye’de mezhep iç savaşla ilgili makalemde fotoğrafı
ekranda kara çarşaf ile ilgilidir. Çünkü mezhep savaşlara karşıyım. “Kerbela”
faciasından sonra Irak’ta tutulan ‘yas’ ile ilgilidir. Kara çarşaf Şia’nın yas
tutma simgesidir. Suriye’de mavi, beyaz çarşaf giyenler de var. Araplar Güneşten
korunmak için şemsiye açar ve bu yüzden de bu ürüne Şemsiye demektedirler, biz
ise Yağmur yağarken yağmurdan korunmak için açarız ve halk buna Şemsiye adını
vermiştir buda bir zıtlık var çarşafta da aynı zıtlık var.
Soğuk savaşta solu bertaraf etmek isteyen
ABD komplosuyla meydana gelen darbede palazlanan siyasal İslam ABD meydanı
onlara bıraktı. O Tarihlerde bir sürü İmam Hatip lisesi açıldı. Sovyetlerin
Afganistan işgali sırasında CIA tarafından kurulan tezgah daha sonra ABD
Militarizmden desteğini çekti. Daha sonra, hedef Küresel güçler Ulus devletleri
küçültmek oldu. ABD militarist desteğini çekti. Küresel güçlerin yeniden
Dünya’yı dizayn etmek için yeni bir düzen için ulusal düşünceye karşı yerine
din ekseninde siyaset yapanları destekledi.
12 Eylül’den bu yana, Kürtleri, Türkleri ve
diğer etnisite de yaşayan halkları, köylüleri ve kentlileri bir çimento gibi
birbirine bağlayacak ideolojinin Kemalizm olmadığı idrak edildiğinden beri
İslamiyet, ideolojik bağ olarak doğrudan doğruya devlet tarafından sisteme
dahil edilmeye çalışıldı. İslam-i hareketteki canlanma, aslında ‘devlet
sübvansiyonu’nun bir ürünü olarak ortaya çıktı.
Balyoz, Ergenekon adıyla bazı Paşaları
tutukladılar. İktidarın uyguladığı korku imparatorluğu “ülkemizdeki
devrimcileri nerede” söylemlerde bulunmaktalar. Emekli paşalara şu yanıtını
veririm; Paşam Devrimcileri balyozlarla 12 Eylülde bitirildi… Ne tesadüf ki
Çanakkale’de Teğmen olarak vazifemi ifa ederken Alay komutanım Necabettin
Ergenekon bana şunu söylemişti; “Yakında size balyoz gibi geleceğiz.” Balyoz 12
Eylül darbesidir. İşin cilvesine bakın sonra Ulusalcılar Balyoz ve Ergenekon
adı altında tutuklandı, Arapça’da bir söz var “Men Dakka Duka” (Eden bulur)
Bu bakımdan sistemin
değil, eski laiklik prensibinin 12 Eylül rejimi tarafından zorlandığı
söylenebilir. Devlet desteği kesildiği anda İslam-i hareket hızla güçten
düşecektir. Tarihte Arap kadınların nasıl kapandığını biliyoruz küçük yaştan
itibaren şartlandırılarak. Çünkü beynimizi aklımızı birkaç hocaya verdik.
Kuran’da ilk ayet’te “Ikra” der, Okuyor muyuz?
Bilim Çin’de olsa gidin öğrenin der. Emevi Abbasi ve Endülüs’te İslam’ın bilimde yükselişinin
nedeni akılcılık vardı. İslam’ın Bilimde yükselişi ve çöküşü kitabını okursak
iyi olur. Solcu geçinenlere de bir çift sözüm var; Eğer halkı kazanmak gibi bir
derdiniz varsa, dininizi/ kültürünüzü bilmek mecburiyetindesiniz. İslamiyet’i
dinci yobazların elinden kurtarmak için kültürümüzü öğrenmek sorundasınız.
İnsanımızı cehalet bataklığından ancak böyle kurtulabilirsiniz; yasaklarla,
kaba ve sert söylemlerle değil. Bilinmelidir ki İbni Haldun, Farabi’yi, İbn
Sina’yı savunmak devrimciliktir.
“BASBAYAĞI İFTİRA VE ALDATMACA”
Özgürlük büyük bir sözdür, ama özgürlüğün
bayrağı altında bizim hakkımızda çeşitli kötü şeyler söyleme yolunu
tutmuşlardır Yakubiler. “Basbayağı iftira” “aldatmaca” “maskaralık…
Okuyucunun hatırlayacağı gibi, bu pek edepli
deyimler değildir. Ama halkımızı germek için her türlü iftira kumpanyasına
başlatmışlardır. Şu kötü dogmacılar ( gözü kapalı inanılan düşünce,) bizim
hakkımızda çeşitli kötü şeyler söyleme yolunu tutmuşlardır; oysa onlar uzaktan
kumanda aleti olmaktan daha kötü ne olabilir ki?
Bu
konuda kirli bazı şeyler çarpıtılarak
tertipleyenler bir …..şerefsizlik örneğidir, iftira amacıyla kasten
yalan yanlış söylentiler” yayma “hizipçi bir mücadelenin çıkarı için bir
sahtekârlık vb. görmeye kararlıdırlar. Bu marazi eğilimler, Avrupa’da göçmen
yaşamının sağlıksız koşullarıyla, ya da anormal bir sinirsel durumla
açıklanabilir.
14. 05. 20012 tarihinde
Haberturk ulusal kanalda saat 18.15’te Balçiçek’le Kutluğ Ataman’la yapılan
röportaj konuyla ilgili paradoks ve Mardin halkıyla ilgili gayri ahlaki
yöntemlere başvuruldu. Kutluğ Ataman duyduğu söylentiyi de araştırmaya gerek
görmedi ve inandı. Neden acaba?...Kimlere haksızlık edilmiş? Kim etmiş? Nerede
ve ne zaman milliyetleri neydi? Köylü mü şehirli mi? Bunlar hakkında tek bir
kelime yok…
Eğer işi bu safhaya
taşımasaydılar onurumuza karşı uygunsuz saldırılara vardırılmasaydı bu konuya
değinmeyecektim bile.
“Mardin her şeyden önce
huzur istiyor. Bu huzuru bozmaya kimsenin hakkı yoktur. Aynı şehrin, aynı
mahalleyi paylaşan hatta bazen evleri sadece birbirinden ortak bir duvarla
ayrılan Mardinliler arasında dini ayırımın sebep olduğu bir çatışmadan
bahsetmek, en azından Mahkeme kayıtları incelendiğinde görünmemektedir.
Yakubi Süryanilerin
Mardin’de kendilerine özgü mahalle tarihte hiç olmamıştır. Çünkü kırsal alandan
Mardin’e göç etmişlerdir. Geçmişte, Emevi ve Abbasi döneminde kentin halkı
Araplar olduğu ve Mardin mimarisi Kuzey Suriye mimarisine benzer, cami ve
medreseler Selçukların bir kolu olan Artuki eseridir.
Bu Orkestrayı Batı Kurdu
Küreselleşmenin en uğursuz sonuçlarından
biri, cemaatçiliği de küreselleştirmesidir. İletişim araçların küreselleştiği
bir zamanda dinsel aidiyetlerin yükselişi, insanların küresel topluluklar
halinde gruplaşmasını sağladı, özellikle İslam aleminde, daha önce eşine
rastlanmamış biçimde bir petrol kuyusu gibi kendiliğinden dışarıya
fışkırması boşanmış halde, bunun en
kanlı örneğini Irak’taki Sünniler ile Şiiler arasındaki çatışmalarda
rastlanıyor.
21. yüzyılın başında gözlerimizin önünde
olup biten şeyler sıradan bir sarsıntı değil. SSCB yıkıntılardan doğan küresel
güçlerin yaptıkları tahribata karşı, aklımızı silkeleyip çok uzun yıkıcı,
bölücü, korkunç bir gerilemeye karşı bir şeyler üretilmelidir. Din, renk, dil,
tarih, gelenek bakımından birbirinden farklı olan ve dünyanın gelişiminin,
sürekli olarak yan yana yaşamak durumunda bıraktığı bütün bu toplulukları
huzurlu ve uyumlu biçimde bir arada yaşatmayı becerebilecek miyiz? Bu sorun her
ülkede, her kentte, aynı şekilde dünya çapında geçerli.
Son yıllarda dünyada
meydana gelen her şey, Arap toplumlarında İslamcıların savundukları tezlerin
kazanmasına katkıda bulunacaktı. Arap ulusalcılığından yana olan rejimlerin
birbiri ardına başarısızlığa uğraması, bu ideolojinin tamamen düşmesine ve başlangıçtan beri Arap ulusu
düşüncesinin Batı kaynaklı bir ‘yenilik’ olduğunu ve bu şekilde adlandırılmayı
hak eden tek milleti İslam milleti olduğunu söyleyenlerin inandırıcılık
kazanmasına yol açacaktı.
Irak örneği bu düşünceyi güçlendirir
yalnızca.Tarihte Akat ve Babil gibi İmparatorluklara soyunan, sonra da gerçek
bir mücadele vermeden alaşağı edilen, Saddam
Hüseyin’in çocuklarını da iki saat çatışmadan sonra öldürülmesi,
çocuklarını öldürme sebeplerini de Amerika Ortadoğu çirkin oyunları hakkında
konuşmamalarıydı. Ardından, bakınız ne oldu işte, bu adam devrildikten sonra,
Irak karmaşaya sürüklendi, kan gölüne dönüştü.
Bakınız çeşitli tarikatlar birbirlerini
katletmeye başladı. Sünni- Şia çatışmasında kan gölüne getiren kimlerdir? Bu
Orkestrayı kim kurdu? Batı kurdu. Bu iç savaşı neye dayanarak kurdular, dinsel
ve milliyetlere göre. Aklımıza şu soruyu getirelim. Irak Kürdistan da farklı
dinsel adiyetler var mı vardır Kürtler arasında Suni ve Alevi mezhebine mensup
insanlar var mı? Vardır. Peki kendi aralarında mezhepsel bir şekil de savaşıyor mu hayır neden çünkü onları milliyetlere göre savaşacak orkestra
olarak savaşa hazır kuruldu.
Hiçbir zaman bir bölgede kardeş kanı
dökülmesini de arzulanmaz. Türkmenler arasında Şia ve Suni var mı ? vardır,
kendi aralarında mezhepsel savaş var mı? Hayır. Bu da göstermektedir ki; bu kör
savaşı kuran Batı yani ABD Irak devletini yıktıktan sonra bu iç savaşı önleyecek başta ordu ve ülkenin
istihbaratını körleştirdi, bilinçli olarak, Irak ordusu ve istihbaratı dağıttı,
çünkü istihbarat olmasın ki terör önlenemesin ve iç savaş kardeş kanı dökülsün.
Arapların durumunun dünya üstünde daha da
kötüye gittiği ölçüde, ordularının yenik düştüğü, topraklarının işgal edildiği,
halkının işkence gördüğü, aşağılandığı; düşmanlarınınsa sınırsız güce sahip
olduğu ve onlara tepeden baktığı ölçüde, dünyaya kazandırdıkları din,
kendilerine olan saygılarının son kalesi haline dönüşüyor. Ondan vazgeçmeleri,
evrensel tarihe olan en önemli katkılarına sırt çevirmeleri, bir anlamda,
varoluş nedenlerine sırt çevirmeleri anlamına geliyor.
Acılarla dolu bu çağda, Müslüman
toplumların yaşadığı sorun, din ile siyaset arasındaki ilişkiden ziyade, din
ile tarih, din ile kimlik, din ile onur arasındaki ilişkiyle bağlantılı.
Müslüman ülkelerde dinin yaşanma biçimi, halkların içinde bulunduğu açmazı
yansıtıyor; halbuki şu durumlardan kurtulabilseler ve demokrasiye, modernliğe,
laikliğe, birlikte yaşamaya, bilginin önceliğine, yaşamın övgüsüne uyan
ayetleri yeniden bulabilseler, metinlere olan harfi harfine bağlılıkları daha
yumuşak, daha sevecen, daha esnek olacak. Ama yalnızca kutsal metinlerin
yeniden yorumlanmasıyla bir değişim olacağını ummak yanıltıcı olur. Bir kez
daha yineleyeceğim için bağışlayın beni: Ne sorun ne de bunun çözümü kutsal
metinlerde. Bkz. Çivisi çıkmış Dünya Emin(Amin) Maalouf sayfa 176
Bu olaylara sebep olan İsrail
yayılmacılığı ve Batının Ortadoğu petrolünü kendi denetim alanlarına almaları
için yapmaktalar. Bölgede komşu ülkeler hangi konuya el atsalar, yüzlerine
gözlerine bulaştırırlar. Daha önceki yıllara bakıldığında İran’dan ihraç edilen
bazı resim ve kitaplar Suni-Alevi düşmanlığı körüklemekten başka bir fayda
vermez oldu. Millet uzaya giderken (Çin ve Hindistan) bizimkiler “Hendek Cengi”.
“Müslim İbni Akil’in şecaati gibi adlarla piyasaya sürülen kandan, kafa
kesmekten başka bir anlamı olmayan kitaplar yayınlandı. Bu adamlar, milleti bunlarla uyutulup
oyalıyorlar. Bir zaman Bizleri güzel uyutmaları için Alfabede şunu
okutuyorlardı “Uyu uyu yat uyu” Yüzyıllardır yaptıkları, bu! Bu halkı bunların
elinden kurtarmak kolay değildir! İslam aleminde Alevilik-Sünnilik adı altında
bunlar okutuluyor ve ’Batı’ bu konu üzerinde güzel çalıştı. Geçmişte Halkın
dinsel duyguları böyle okşanılmağa
başlanmıştı.
Ve bu
savaşın hacmi de artıyor. Başlangıçta ABD Irak’ta, Maliki’yi desteklemesi, bu
ülkede terörizmi ve şiddeti, sürekli olarak salgıladığı da bir gerçektir. Daha
sonra ABD tavrını değiştirdi ve Irak kabinesinde revizyon geçirme
mecburiyetinde kaldı.
Kara Çarçaflı (Aba)
Hadi genelleyelim, kadın örtünce tüm
sorunları ortadan kalkıyor mu? Bazı kızlarımıza göre öyle. Yoksa kadını kara
çarşaftan ( İslam’da kara çarşaf yoktur)
“Yas”… Evet, yüzyıllardır
sürüp gelen yas!... Bütün Müslüman ülkelerin Alevileri, yüzyıllardır
sürdürüyorlar, bu yası yoksulluk, ölüm,, ezilmişlik, siyasal baskı karşısındaki
umarsızlık, Hazreti Ali soyuna yapılan zulümle birleşmiş, yas kılığında
çıkmıştı ortaya. Kitleler, Hazreti Ali soyuna yapılan kötülükleri anarak, kendi
acılarını hafifletmek istiyorlardı. Şu kadınların, şu genç kızların, şu
erkeklerin yüzlerindeki korku, kin, hınç, şaşkınlık umarsızlık, başka neyle
açıklanabilir? Tek başına bu olaydan Irak ve Suriye’nin kurtulması da imkansız,
bunun ötesinde Bahreyn-Yemen…….. var. Bütün İslam ülkelerin bu badira bu
savaştan nasıl kurtulmalıdır. Daha kaç milyon insan ölecek.
Çok geçmişe baktığımızda yani Milattan Ö.
Mezopotamya bölgesinde bu türde yas tutulduğu, bugün de Muharrem ayında acıyı
bedenlerinde ve ruhlarında his etmek için Müslüman Şia taraftarı Kerbela’da, Necef’te bu tören
yapılmaktadır.
El kaide eylemleri hangi savaşlara sebep
oldu? Küresel güçler Irak ve Afganistan savaşına sebep oldu. Bugün
Ortadoğu’daki Müslümanlar arasında savaş dersek yanlış tespit olur. Bu
düzenbazca savaşın karakteristik çizgileri Batı ve müttefiki İsrail’dir. Bu
savaş bu halklara bir virus gibi yayılmaktadır… ve bölgemizi de tehdit
etmektedir. Geçen yıllar hatırlayalım Batı Devletleri ABD-AB ve tayfaları
Ortadoğu için ne diyorlardı Arap Baharı neye dönüştü Kanlı Bahara.
Amin (Emin Maluf) Maalouf Çivisi Çıkmış Dünya Uygarlığımız Tükendiğinde
kitabında Mande (Sabiler) Hakkında şöyle der:
Amerika Dışişleri Bakanı Colin Powell,
Irak işgalinden önceki aylar boyunca, sık sık çok güç durumlara düşüyordu; bir
yandan bütün dünyayı bu savaşın kesinlikle olması gerektiğine ikna etmeye
çalışırken, bir yandan da özel görüşmelerinde başkanını kesinkes oraya
gidilmemesi gerektiğine ikna etmeye uğraşıyordu.
Tarih 13 Ocak 2003’te, Beyaz Saray’da baş başa
yapılan bir görüşmede, başkana uyarı olarak şöyle dediği söyleniyordu: “You
break it, you own it”. Eskiden bazı dükkanlârın benimsediği bu kurala göre,
müşteri dükkânlardaki bir nesneyi kırarsa kırdığı ürününün parasını sanki onu satın
alıyormuş gibi ödemek zorundadır. “ Kırarsanız, sizin olur.” Powel aslında
Başkan Bush’a açıkça şöyle diyordu: “Yirmi beş milyon kişi sizin olacak.
Onların bütün umutları, bütün istekleri ve bütün sorunları sizin olacak. Bütün
bunlar sizin olacak”
Colin
Powell’in uyarısı Irak’ı kırmaya hazırlananlar için geçerli değildi yalnızca.
Jamaikalı göçmen bir aileden gelip, önce Amerikan genelkurmay başkanı, ardından
da dış işleri bakanı olan Powell bu çarpıcı özdeyişiyle, kazananların tarihsel
sorumluluğunu tanımlamış ve Batılı güçlerin yüzyıllık ikilemine parmak
basmıştı:
Batılı güçler bütün dünya üstünde
hegemonyalarını kurduktan, var olan siyasal, toplumsal ve kültürel yapıları
yerle bir ettikten sonra, fethettikleri topraklardaki halkların geleceğini manevi
açıdan ellerinde tutuyorlardı; onlara karşı nasıl davranmaları gerektiği
konusunda ciddi biçimde düşünmeleri gerekirdi; kendi yurtlarındaki kuralları
onlara uygulayarak, sömürgelerini yavaş yavaş evlat edinir gibi kendi içlerine
mi çekecekler, yoksa onlara sadece egemen olup, ezerek boyun mu eğdirecekler?
Çocuk kendisini evlat edinen bir anne
ile üvey anne arasındaki farkı bilir. Halklar da kurtarıcılar ile işgalciler
arasındaki farkı bilir. Yerleşik düşüncenin aksine, Batılı güçlerin yüzyıllık
hatası dünyanın geri kalanına kendi değerlerini benimsetmeye çalışmaları değil,
tam tersine, egemenlikleri altına aldıkları halklarla olan ilişkilerinde kendi
değerlerine göre davranmaktan sürekli olarak kaçınmasıdır. Bu ikircilik ortadan
kaldırılmadığı sürece, aynı hatalara düşme tehlikesiyle karşı karşıya kalınır.
“2007 yılı boyunca, feci sarsıntılar yaşayan
ve kısa süre içinde yok olma tehlikesiyle burun buruna kalan küçücük bir
azınlığın durumu beni özellikle endişelendirdi. Halâ Sabiler olarak adlandırılan
Mandenlerden söz ediyorum, Irak dışında yaşayan, pek az insanın varlığından
haberdar olduğu, sayıları çok azalmış, çok sınırlı, çok mütevazı bir
topluluktan.
Nasıl bir mucizeydi bu?
Bilmiyordum. Kuran’da, Yahudiler, Hıristiyanlar dininden olanlar gibi kitap
ehli’ne özel bir konum kazandıran ve Sabilere de – Arapça, es-sabi’a, tam da
suya daldırma düşüncesini akla getiren, Sami dili kökenli olabilecek bir ad-
değinen bir bölümle kısmen de olsa açıklanabilir.
Bu kabulden yararlanan topluluk son on dört
yüzyılda iyi kötü varlığını koruyabilmiş. Asla kolay olmamış bu mücadele;
varlıkları hoş görülse de, sürekli olarak dikkat çekmemeye çalışmak zorunda
kalmışlar, gel gelelim dönem dönem işkencelere, gündelik aşağılanmalara maruz
kalmalarına engel olmamış. Bütün bu
dönem boyunca, bu insanlar kendilerini tanımlamak için, hem Müslüman
komşularına Kuran’da geçen adı anımsatan “Sabiler”i hem de-Yunanlıların
gnosis’inin dengi- “bilgi” kavramını akla getiren Sami dili kökenli bir başka
adı, “Mandenler”i kullanmışlar.
Bu iki adla inançlarını, topluluklarının
birliğini koruyabilmişler; üstelik Arapça yazıp konuşmayı görev bilmelerine
karşın, uzmanların “Mandence” olarak adlandırdıkları ve Aramicenin bir türü
olan- hatta, görünüşe göre Sümer dili kökenli bir takım sözcükler de içeren-
kendi dillerini de korumayı bilmişler.
Mart 2007 başında Mandenlerin artık yok
olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu öğrenince nasıl öfkelendiğim
kolaylıkla tahmin edilebilir;
Çünkü onlar da bütün Iraklılar gibi ülkenin üstüne
çullanan cani çılgınlığın kurbanı olmuşlar; ayrıca dinsel fanatizmin daha önce
eşine rastlanmamış şekilde zincirinden boşanması karşısında “Kuran’ın
kazandırdığı ayrıcalık” da onları korumaz olmuş.
Halbuki H.z. Muhammed, daha baştan
itibaren tek tanrılı dinlerin, yani Museviliğin ve Hıristiyanlığın mirasçılığı
olduğunu vurgulamış ve bölgede birkaç bin yıldır süzülerek olgunlaşan, bütün
kavimler tarafından kabul görmüş siyasi ve ahlaki değerleri benimsemiş, herkese
sosyal statü, renk ve kavim farkı gözetmeksizin “eşitlik” ve “özgürlük” vaat
etmişti.
Müslümanlığın kutsal
kitabın onlara açıkça verdiği konumu ateşli vaizler artık tanımıyormuş;
“Felluce”de korku içindeki aileleri tehdit edilerek din değiştirmeye
zorlanıyorlarmış…”
İstilacıların tahrip ettikleri anıtların arasında, Kudüs’ü 638 Şubatında
Rumlardan almış olan ikinci halife Ömer İbin el-Hattab adına yapılmış olan Ömer camii de bulunmaktadır.
Ve Araplar bunu izleyen süre içinde,
kendi davranışlarıyla Frenklerinki arasındaki farkı açıda kente girmiştir ve
kentin Rum patriği ona doğru yaklaşmaktadır. Halife, sözlerine bütün kent
halkının can ve mallarının güvencede olduğuyla başlamış, sonra patrikten
kendini Hıristiyanlığın kutsal yerlerini gezdirmesini istemiştir. İsa’nın
mezarındayken (Kıyama, Kutsal Kabir) ibadet saati gelmiştir. Ömer patriğe,
namaz kılmak için seccadesini nereye serebileceğini sormuştur.
Patrik ona yerinde kalabileceğini
söyleyince, halife “ Eğer bunu yaparsam, yarın Müslümanlar ‘Ömer burada namaz
kıldı’ diyerek buraya sahip çıkmak isterler” cevabını vermiştir. Ve seccadesini
alıp, namazını dışarıda kılmıştır. Doğruyu görmüştür, çünkü adını taşıyacak
olan cami tam da burada inşa edilmiştir.
Demek ki devlet gücü adaletle birleşince
hak yerini buluveriyor. Tarih kaynaklar Ömer İbin el-Hattab gibi idareciler de
ne kadar çok övülüyor: Düşünüyorum,
herhalde tarihe imza atmanın en güzel şekli böylesi bir hayatı yaşamaktan
geçer. Birçok Sultan, kral, bey, şah geldi geçti tarih sahnesinden. Fakat bu
güzellikle Halife hatırlanmak ne hoş bir nasip!!
Frenk şefleri, Siyonist liderleri,
Hahambaşları ne yazık ki bu gönül yüceliğine sahip değillerdir. Zaferlerini,
Filistin Gazze’de tarifi olanaksız bir katliamla kutlamışlar, sonra saygı
duyduklarını iddia ettikleri kenti vahşice yağmalamışlardır.
Artık bu devirde Müslümanlar tembellik,
uyuşukluk ve gaflet uykusuna kapılarak Dünyadaki siyasi otoriteleri
zayıflamasıyla Batı Emperyalizmi tarafından kukla idarecilerin insiyatifinde….
İdealist kişilerde tarih tekerrür eder,
ama materyalist felsefecilere göre hayır
der bu rastlantıdır der. Irak‘ta Felluce şehrine fosfor bombası Arapların
üzerine yağdıran ABD ya da Filistin’de akrabaları öldürülen Hitler’in Faşist emanetini alan Natanyahuya
Batı tarafından bu zorbaya teslim edildi. Faşizm ve milyonlarca Filistinliye
soy kıyım uygulayan İsrail ve Batı bu
vahşet için tarihine bir kara leke geçecektir.
Bugün İŞİT denen terör örgütü Musul bölgesinde bulunan yerli
halk büyük zarar görmektedir. Hilafetini ilan eden bu örgüt halbuki göbeğinden
Siyonistlere bağımlıdır.
İngiltere’nin Arap Halifeliği
Kurma Çabaları
Mısır Hidivi Abbas Hilmi’ye bağlı ajanlar
1890 yılında itibaren Arap Hilafeti propagandası yapmaya başlamışlardır. El
Kevakibi çıkardığı “Ümmü’l – Kura” adlı gazetede kurulması planlanan Hilafet
için 22 Müslüman delegenin katılımıyla seçilecek, Arap Halifesi senaryolarından
bahsediyordu. El-Kevakibi, Hidiv Abbas’ın halifeliği için Arabistan
yarımadasında propaganda yapıyordu. Bunun yanı sıra Peygamber soyundan gelen ve
Şam’da bulunan Ebu’l-Huda’nın adaylığından bahsediliyordu. Diğer yandan Mekke
şerifleri ise kendilerinin Peygamber soyunda geldiklerini ve Mekke Şerifi
olduklarını ileri sürerek kendilerinin hakkı olduğunu iddia ediyorlardı. II.
Abdülhamid tüm bunların bir İngiliz planı olduğundan şüpheleniyordu.
İngilizler Halifeliği Osmanlı Devletinin
elinden almakla Müslüman dünyası üzerinde ikilik çıkararak, Müslümanların
güçlerini zayıflatmış olacaklardı. Ayrıca Müslümanların Osmanlı halifesine olan
sadakatlerinde bir kopma olacaktı.
Bu amaçla İngiltere,
Hindistan yolunun başlangıcı Cebel-i Tarık Boğazına 1814’te yerleşirken, 16
Ocak 1839’da ise bu yolun doğuya çıkış kapısı Aden Boğazı’nı kontrol eden, Aden
şehrini almıştır. Zamanla bölgede Kuveyt, Maskat, Katar, Bahreyn gibi
şeyhliklerle bazı antlaşmaları yaparak, onları kendine bağlamıştır. Bu
bölgedeki şeyhlere iaşe ve silah yardımında bulunmuştur. İngiltere’nin Ortadoğu
üzerindeki emelleri nedeniyle, Suriye üzerinde de Fransızlarla mücadele
ediyordu. Onun için İngiltere Mısır’ın yanı sıra Suriye’yi de Fransızlara
kaptırmak istemiyordu.
20. yüzyılın başlarında bölgede petrol
varlığının ortaya çıkması, bölgenin stratejik ve askeri açıdan başka ekonomik
önemini de arttırmıştı. Bu durum İngilizlerin bölgeye yerleşmek yönündeki
isteklerini iyice kamçılamıştır. Ayrıca İngiltere, Fırat Nehri sularını
kullanarak, bölgede önemli tarımsal gelirler de elde etmeyi planlamıştır.
Araplar arasında bir iç savaşın ana noktalarının tespitine çalışmıştır.
Arapların Osmanlıdan ayrılışından sonra birleşik bir Arap gücünü
istememekteydiler. Sykes’e göre bölücülük en önde gelen kaide olmalıydı.
İngiltere, ancak bu sayede Arapları kontrol altında tutabilirlerdi. İngilizler
de genelde Sykes’in fikirlerini
uygulamıştır. Fakat o tarihte Araplar, İngiliz ve Fransız İşgaline karşı Sykes-
Picot anlaşmasını paylaşan Devletlere şunları söylemişlerdi “ Geldiğiniz gibi gitmeyeceksiniz.”
19. yüzyılda diğer devletler gibi
Fransa’da Cezayir, Tunus ve Fas’ı alarak bir sömürge imparatorluğu kurmak
istemiştir. Sonuçta Cezayir halkı bağımsızlığında bir milyon şehit verdi
Fransızlara karşı.
Tarih 2014 ……. İŞİT denen örgüt Hilafetini
ilan etti. Halbuki İŞİT tescilli, patantli Siyonist ve Haçlıların bir
maşasıdır. Gerçekten Tarih tekerrür mü ediyor felsefe açısından tekerrür etmez
emperyalistlerin oyunuyla rastlantı diyelim. AB-ABD ve tayfaları eski İngiliz
siyaseti doğrultusunda Arap Halifeliği fikrini kendi amaçlarına ulaşmanın bir
yolu olarak görmüşler. Böylece yeni Ortadoğu projesi uygulandığında
emperyalistler suçlanmayacaklardır. Irak ve Suriye’de yıllarca iç savaş vardır.
Bu devletler daha önce İsrail için bir tehdit sayılırdı. Bizzat tarihsel
gerçeklik bunun en iyi ve en şaşmaz kanıtıdır.
Küçük bir örnek verecek olursam:
Avrupa’dan Sudan’a giden rahipler isyancı gruplarla sürekli temas
halindeydiler. Güney Sudan bölgesi hepsi Animist, içlerinde az da olsa
Hıristiyan vardı. Onları bölmek için sözde yardım ellerini uzatıyorlardı, 17-8
yüzyılda kara Afrika’yı soyan Avrupalılar, Sudan bölünmeden önce yardım ellerini uzatmışlardı.
Pirinç çuvalları dağıtırken rahip işaretparmağını tavana doğru kaldırdı.
İslam’ı geriletmemiz lazım; başka çaremiz yok diyordu. Ve bir takım karışıklık
çıkartıyordu… Sonuç Sudan bölündü, bölgede Kapitalist Emperyalistler yeni
Sykes-Picot gerekçesiyle bölgeyi yeniden istikrarsızlaştırmak istiyorlar.
XX. yüzyıl başında Ortadoğu’yu kanlı
cetvelle kesip biçenler, 100 yıl sonra yine aynısını uygulamaya çalışıyorlar.
Türkleri, Arapları, Kürtleri, Ezidileri birbirine kırdırarak yapıyorlar…