Sayfalar

“UYUZ” ARAPÇA’DA (CIDERİ = HAK’KÊ/KAŞINTI= “CARAP”




Uyuz (hak’kê) acı veren bir hastalıktır. Ve insanoğlu laf-yapma uyuzuna yakalandı mı! Maazallah bu hastalığın salt görünmesi bile dayanılmaz acıya neden olur. Serüvenci ve makro milliyetçi düşüncesine sahip olan bazı kişiler; mensupları için yalın, açık, kavranabilir, aşikâr ve herkesçe su-götürmez olan gerçekler uyuzun yukarda belirtilen türüne yakalanmış olanlarca Mardin kültürünü, uygarlığını çarpıtılmaktadır.

 

   Genellikle bu çarpıtma “sırf” iyi bilinen Mardin kültür yapısını teorik doğruların özümsenememesi yada bunların yersiz olarak çocuk acemiliğiyle, okul-çocuğu ezberciliğiyle yinelenip durması sayesinde ( insanlar ve Mardin “ neyin ne olduğunu” bilmiyorlar,)

 

   Kendilerini, en iyi, en uygar en soylu ve en yüce dürtülerden kaynaklandıklarını bilmekteler. Fakat bu halde de uyuz zararlı olmaktan çıkmaz. Laf- yapma suretiyle; laf- cambazları kumpanyasına ( şirketine ) katılmalı ya da kendinizi buhar banyosuna koyarak bu uyuzdan kendinizi kurtulmalısınız. Bu sözcük Arapça’da hakkê İngilizce’de “itch” hem uyuz hastalığı anlamına, hem de gidişmek, şiddetli arzu, bir şeye fena düşkünlük-heves gibi mecazi anlama da geliyor, bunu Türkçe’ye aynen uyarlamanın olanağı yoktur.

Marx ne güzel demiş: “Öz ile görünüş aynı olsaydı bilime gerek kalmazdı” diye…

 

   Mardin’i tarih sahnesine çıkaran asıl gelişmeler ise Arap İslam Yayılmasından sonraki dönemlere tekabül etmektedir. Özellikle VII. ve X. Yüzyıldan itibaren el-Cezire siyasetinde aktif olarak yer edinmeye başlayan Mardin XII. asrın tamamında ise Yukarı Dicle havzasının en önde gelen siyasi sosyal ve ekonomik merkezi haline gelecektir. Buraya geçmeden önce sürecin anlaşılabilmesi için şehrin İslam hâkimiyetine girişiyle başlayan tarihini özetlememiz yerinde olacaktır. Ancak hemen öncesinde ise Mardin’in de içersinde yer aldığı el-Cezire’nin X. Yüzyılın başından itibaren farklılaşan tarihi topografyasını belirlememiz gerekmektedir.

 

   Bilindiği gibi Fırat ve Dicle nehirlerinin suladığı topraklara batılı kaynaklar “iki nehir arası” beyn el nehreyn anlamına gelen Mezopotamya adını verir iken Araplar da aynı toprakları ikiye ayırtarak;  güneyine yani Aşağı Mezopotamya’ya Irak, kuzeyine yani Yukarı Mezopotamya’ya da “ada” anlamına gelen el-Cezire adını vermişlerdir.

 

     Fırat ve Dicle nehirlerinin yukarı havzalarını kapsayan el-Cezire, İslam fetihleriyle birlikte buralara yerleşen Arap aşiretlerine nispetle önce; Diyar-ı Rebia ve Diyar-ı Mudur adında iki idari bölgeye, ardından bilhassa, X. Yüzyıldan itibaren Rebia’dan sayılan Bekrî oymakların Yukarı Dicle havzasında yoğunlaşmasıyla da Diyar-ı Bekr adında bir üçüncü bölgeye ayrılmıştır. İşte konumuz olan Mardin de X. Yüzyıldan itibaren Arap coğrafyacılar tarafından Amid(Diyarbakır.) Meyyafarikin (Silvan), Hısn Keyfâ (Hasankeyf), Erzen ve Siirt ile birlikte bu yeni bölgenin, yani Diyar-ı Bekr’in içersinde mütalaa edilecektir.

 

   İslam kaynakları içersinde Mardin adı ilk kez, Ebu Yusuf’un Kitabu’l Harac’ında geçmektedir. Müellif, İslam fethi öncesi el-Cezire topraklarının Bizans ve Sasaniler’e ait kısımlarını zikrederken; Mardin ile dağlık kesiminin (Dara ve Tur Abidin’le birlikte)

Bizanslıların, Mardin’in hemen güneyinden başlayarak Sincar’a kadar uzanan ovanın ise İranlıların elinde olduğunu kaydeder. Daha sonra Belâzuri’nin İslam fethiyle ilgili kayıtlarında adı geçen Mardin, Tur-Abidin ve Dara ile beraber 640 senesinde İyâz bin Ğanem kumandasındaki İslam ordusu tarafından fethedilmiştir.

 

 

 

 

                                                                                                    Sadettin NOYAN

                                                                                                      Mardin Tarihi Evleri

                                                                                       Koruma Derneği Y. Kurulu Başkanı