Sayfalar

MUSTAFA KEMAL MARDİN’DE PAŞA OLDU.

     Mustafa Kemal, Defalarca silah arkadaşlarına Mardin’de Paşa olduğunu ve gurur duyduğunu anlatmıştır. Atatürk Mardin’de paşa olmuş. Genç bir albay olarak geliyor Mardin’e ve ardından kendisine paşa olduğuna dair resmi tebliğ… Bu durumu hiç unutmuyor ve pek çok yerde bu hatırasını anlatıp, diyor ki:
“- Mardin... Mardin, benim paşa olduğum yer!”
Atatürk Mardin’e bir de arkadaşları ve erkânı ile birlikte 1917’de geliyor. Hicaz Cephesi Kuvvetleri Komutanlığına atanmış o tarihlerde.
Mardin halkı ve eşrafı Atatürk’ü coşkulu bir şekilde karşılayıp çok güzel ağırlıyorlar.



     Birinci Dünya Savaşı’nın ertesinde, bugünkü Türkiye toprakları çeşitli İtilaf orduları arasında paylaşırken ve Versailles’da ya da Sevr’de toplanan Batılı güçler duygusuz biçimde insanlara ve topraklara sahip olurken, Osmanlı ordusunun bu subayı galiplere hayır deme cesaretini göstermiştir. Birçokları karşılaştıkları haksızlıklardan yakınırken, Mustafa Kemal Paşa silaha sarılmış, ülkesini işgal eden yabancı birlikleri salgıncıları kovmuş ve diğer güçleri tasarılarını gözden geçirmek zorunda bırakmıştır.
 



Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) İzzet Paşa’yı karşılıyor. Mardin Osmanlı döneminden bir yavru sarayda. Alman Karargâhı.


   Bu ender rastlanan tutum, hem yenilmez olarak ün salmış düşmanlarına direnme gözü pekliğini sergilemesi, hem de bu savaşımdan galip çıkması onun meşruiyetin         kazanmasına yol açmıştır. Osmanlı hanedanına son verir, halifeliği kaldırır, din ile devlet işlerini birbirinden ayırır, sıkı bir laik sistem kurar, halkından Avrupalaşmasını ister, Arap alfabesinin yerine Latin alfabesini koyar, erkeklerin sakal tıraşı olmasını, kadınlarınsa peçelerini çıkarmasını zorunlu kılar, kendi başındaki geleneksel başlık yerine Batı tarz şık bir şapka kullanmaya başlar. Halkı da onu izlemiştir.
       Çok da şikayet etmeden, gelenekleri ve inanışları altüst etmesine izin vermiştir. Neden? Çünkü halkını tekrar gururlandırmıştır. Halka haysiyetini geri veren kişi ona pek çok şeyi kabul ettirebilir. Gerçek şudur ki benim düşüncem sorulsa her iki alfabe konulabilirdi, böylece insanlarımız geçmiş kültürden de kopmazdı.
          Bu dönemde Yakubi Süryani Şakir Efendi’nin Kemalist hareketle ilişiğinin olup olmadığını bilmiyoruz. İlyas Efendi’nin 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açılırken yapılan törende hazır bulunduğu ve Meclis’in açılışı için yapılan duaya katıldığı belirtilir. Ki doğru değildir. Patrik Efendi ile M Kemal’in yakın ilişkisi bu tarihten sonra başlamış olmalıdır. Ancak Mustafa Kemal’in Mart 1917’de Mardin’e gelince henüz patriklik makamına oturan İlyas Şakir Efendi ile tanışmış olmaları da ihtimal dahilinde olmakla birlikte bu konuya ilişkin elimizde bir kanıt yoktur. Papaz Gabriyel Akyüz’ün belirttiğine göre, İlyas Şakir’in Mustafa Kemal ile dostane ilişkiler vardır, ve henüz Türk Kurtuluş Savaşı kazanılmadan, Temmuz 1922’de TBMM Başkanı ve Başkumandan Mustafa Kemal Paşa’ya Ankara’da bizzat ziyaret ettiği söylenmektedir. Ancak, bu ziyaretin nerede ve nasıl gerçekleştiği ve neler konuşulduğu hakkında ise şu anda hiçbir bilgiye  sahip değiliz. Mustafa Kemal ile İlyas Şakir Efendi arasında gerçekleşen ilk ve tek görüşme, İlyas Şakir’in Şubat 1923’te Ankara ziyareti sırasında olmuştur…(Makalelerle Mardin, Sayfa 284)    
 
     İslam alemindeki pek çok lider ülkesinde, Türkiye örneğine öykünmeyi düşledi. Afganistan’da 26 yaşındaki gencecik kral Emanullah 1919’da tahta geçti ve Mustafa Kemal’ın izinden gitmek istedi. Ordusunu işgalci İngiliz birlikleri üstüne sürdü ve ülkesinin bağımsızlığının tanınmasını sağladı. Bu şekilde kazandığı saygınlıktan güç alıp iddialı reformlara girişti, çokeşliği ve peçeyi yasakladı, erkek ve kız çocuklar için modern okullar açtı, özgür basının ortaya çıkmasını destekledi. Bu deneyim on yıl sürdü, 1929’da Emanullah kendisini dinsizlikle suçlayan gelenekçi liderlerin komplosuyla tahttan indirildi. 1960’ta Zürih’te, sürgünde öldü.
  

 Devrik İran Şahı

     İran’da Rıza Şah’ın girişimiyse daha uzun süreli oldu. Mustafa Kemal’a hayran bir kişi ve tıpkı onun gibi subay olan Rıza Şah kendi ülkesinde aynı modernleştirici deneyimi gerçekleştirmek istiyordu; ama en sonunda gerçek bir kopma sağlamayı başaramayıp Avrupa tarzı bir cumhuriyet yerine yeni bir hanedanı, Pehlevi hanedanını kurmayı yeğledi ve bir bağımsızlık çizgisi izlemek yerine güçler arası çelişkilerden yararlanmaya çalıştı. Kuşkusuz model aldığı kişiyle aynı yeteneklere sahip değildi, ama hakkını da yememek için şunu da belirtmekte yarar var, petrolün bulunmasından sonra Batılı güçlerin İran’ı kendi haline bırakması pek de olası değildi. Handan, iktidarı korumak için İngilizlerle, ardından da Amerikalılarla, yani İran halkının refah ve onurunun düşmanı olarak gördüğü ülkelerle ittifak yaptı.

     Şahın “Beyaz Devrim”i Ne Getirdi?
    Geçmişte, Emperyalizme bağımlı ve kapitalist yoldan gelişmeye çalışan bir ülke olan İran, emperyalizmin savunucularınca uzun yıllar kapitalist yoldan kalkınmanın gelişmekte olan ülkeler için nasıl muazzam mucizeler yaratabileceğine örnek olarak gösterilmiş bir ülkedir. Kapitalist Burjuva basını geçmişte yıllarca Şah’ın beyaz ve kansız devrimi’ni öve öve bitirememişti.
     Bilindiği gibi yurtsever bir politika izlemeye çalışan Başbakan Musaddık’ın 1953’te CIA tarafından düzenlenen bir darbeyle devrilmesinden sonra, İran’da emperyalizmin yanlısı bir baskı rejimi kuruldu.

     Mustafa Kemal örneğinin tersi bir örnek bu, Düşman güçler tarafından korunduğu düşünülen birinin meşruiyeti kabul edilmez ve giriştiği her iş değersiz görülür;  ülkeyi modernleştirmek istiyorsa, halk modernleşmeye karşı çıkar; kadınları özgürleştirmeyi hedefliyorsa, sokaklar protestocu çarşaflarla dolar. (Şah dönemi)

     Pek çok sağduyulu İran’da reform başarısızlığa uğramıştır, çünkü nefret edilen bir iktidarın imzasını taşıyordur! Bunun tersine, pek çok akla aykırı eylem de alkışlanmıştır, çünkü savaşçı meşruiyetin damgasını taşıyordur! Öte yandan, bu durum bütün dünya için geçerlidir; bir öneri oylanırken, seçmenler önerinin içeriğindense, onu temsil eden kişiye güvenip güvenmediklerine göre kararlarını verirler. Pişmanlıklar, tartışmalar ancak sonradan devreye girer.